İçeriğe geç

Hirsizliktan iceri giren kisi ne kadar yatar ?

Hırsızlıktan İçeri Giren Kişi Ne Kadar Yatar? Edebiyatın Gözünden Bir Suçun Hikâyesi

Edebiyat, insanın karanlık yönlerini, suçla olan gizli dansını anlamanın en derin yollarından biridir. Hırsızlık, sadece bir eylem değil, aynı zamanda bir ruh hâlidir; eksiklikle, yoksunlukla, bazen de adalet arayışıyla şekillenen bir iç patlamadır. “Hırsızlıktan içeri giren kişi ne kadar yatar?” sorusu, yalnızca hukukun değil, insan doğasının da cevabını aradığı bir sorudur. Çünkü burada mesele, çalınan bir eşya değil; eksik kalan bir yaşamdır.

Bir Suçun Anatomisi: Yoksunluk, Arzu ve İnsanlık

Victor Hugo’nun “Sefiller” romanındaki Jean Valjean, edebiyatın en tanınmış hırsızlarından biridir. Bir somun ekmek çalmakla başlayan hikâyesi, insanın vicdanıyla sistemin adaleti arasındaki çelişkiyi anlatır. Jean Valjean, ekmek için beş yıl; kaçmaya çalıştığı için on dokuz yıl hapis yatar. Adalet burada bir teraziden çok bir duvardır; güçlülerin ördüğü, zayıfların çarptığı bir duvar. Peki, gerçekten kim suçludur? Açlıktan çalan mı, aç bırakan mı?

Bugün Türkiye’de hırsızlık suçunun cezası, Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddelerinde düzenlenmiştir. Basit hırsızlıkta bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülürken, nitelikli hırsızlıklarda bu süre beş yıldan on yıla kadar çıkabilir. Ancak bu yargı metinleri, bir roman sayfasının duygusunu taşımaz. Edebiyat, yasaların göremediği o gri bölgede yaşam bulur.

Edebiyatın Aynasında Hırsızlık: Bir Direnişin veya Çaresizliğin Sesi

Fyodor Dostoyevski, hırsızlığı yalnızca eylem olarak değil, düşünce biçimi olarak da işler. “Suç ve Ceza” romanında Raskolnikov’un cinayeti, hırsızlıkla başlar: fikir hırsızlığı, hak hırsızlığı, Tanrı’ya karşı gelme cesareti. Raskolnikov’un cezalandırıldığı şey aslında cinayet değil, insan ruhunun sınırlarını aşma arzusudur. Bu noktada hırsızlık, yalnızca eşyayı değil, kutsallığı da çalmaktır.

Nazım Hikmet’in dizelerinde de hırsızlık teması, bir başkaldırı biçiminde yankılanır. “Ekmek davası” der o; çalan değil, yaşamaya çalışan bir halktan bahseder. İşte bu yüzden edebiyat, suçla adaletin kesiştiği o ince çizgide bir vicdan terazisi kurar.

Ceza mı, Kefaret mi?

Bir hırsız, içeri girdiğinde yalnızca demir parmaklıklarla değil, kendi geçmişiyle de kapatılır. Kaç yıl yatar? Bu sorunun edebi bir cevabı yoktur. Çünkü bazı hırsızlıklar, yıllarca içeride olmayı gerektirir; bazıları ise bir ömür vicdan azabıyla yaşanır. Jean Valjean gibi biri, hapisten çıktıktan sonra bile zincirlerini taşır. Bu zincirler, bazen yasaların değil, toplumun yargısıdır.

Toplum, hırsızı affetmez; çünkü hırsız, toplumun sahip olduklarını sorgulatır. Oysa belki de en büyük hırsızlık, başkalarının hakkına sessiz kalmaktır. Bu bağlamda, hırsızlıktan içeri giren kişi sadece malı değil, bazen bir sessizliği de çalmıştır. Edebiyatın görevi, o sessizliği kelimelere dönüştürmektir.

Hırsızlığın Estetiği: Suçun Anlatıya Dönüşümü

Bir roman karakteri hırsızlık yaptığında, okuyucu ona nefretle değil merakla yaklaşır. Çünkü edebiyat, suçu estetik bir deneyime dönüştürür. Orada yasa değil, anlatı hüküm sürer. Hırsız, bir sembol olur: yoksulluğun, isyanın, bazen de adaletin sembolü.

Belki de edebiyat, hırsızlıktan içeri giren kişinin kaç yıl yatacağını değil, içeride hangi dönüşümü yaşayacağını anlatmak ister. Çünkü kelimelerin dünyasında, hiçbir suç sonsuza kadar sürmez; her suçun içinde bir kurtuluş hikâyesi gizlidir.

Son Söz: Okurun Vicdanında Bitmeyen Ceza

Hırsızlıktan içeri giren kişi kaç yıl yatar, hukuk bilir. Ancak o kişinin hikâyesi, okurun kalbinde kaç sayfa yer eder, bunu yalnızca edebiyat bilir.

Bir cümleyle dünyayı çalabilir, bir satırla vicdanı geri verebiliriz. İşte kelimelerin dönüştürücü gücü de burada saklıdır.

Okuyucuya soralım: Sizce kim daha suçludur? Çalan mı, yoksa çalınmasına göz yuman mı?

Yorumlarda, kendi edebi çağrışımlarınızı paylaşın; çünkü her hikâye, bir diğerini tamamlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort
Sitemap
prop money